Diz kırıp, bağdaş kurup oturduğumuz sofralar değişti önce… Yerden yükseğe taşındık, masalarda yemeye başladık yemeğimizi. Birliğin, beraberliğin sembolü hep beraber kaşık çaldığımız kaplar kalktı sofradan sonra benim, bencilim dercesine… Herkese, her yemeğe ayrı tabaklar kondu masaya. Ben olduk, bencil olduk ardından, her değişim iyiymişçesine.
Atadan, dededen kalma bakır kaplar vedalaştı mutfaklarla yerini günü birlik kaplara bırakarak. Sonra seramik, cam ve plastik tabaklar girdi mutfağa kapitalizmin simgesiymişçesine. Çabuk kırılsın, çabuk alınsın; gelsin paralar… Ve ince belli bardaklar seramiklere bıraktı yerini yavaş yavaş…
Sadece bunlar mı? Önce konu komşu uzaklaştı sofradan cimrilik tadında. Herkese açık sofralarda hane halkı yalnızlaştı önce. Sonra bir bir çocuklar terk etmeye başladı masayı. Ayrı odalara çekilmeye başladı aile fertleri “benim odam “ zenginliğinde. Böylece biri birine yabancılaştı aynı çatı altında herkes. Ailenin temeline dinamit konduğunu fark edemedi kimse.
“Ne güzeldir.” diyorsunuzdur bu değişimlere. İşin aslı öyle olmuyor işte. Eşyalarla birlikte insanlar da değişmeye başladı elbette. Dayanıklı bakır tabaklar vardı ve o tabaklardan yemek yiyen insanların dayanıklı akrabalıkları, dayanıklı dostlukları vardı ama artık yok… Eşyalarla birlikte insanlarda da bir incelik, bir kırılganlık başladı ki sormayın.
Bir zamanlar gaz lambası karanlığında gözlerimiz belki zor görüyordu ama gönül gözümüz açıktı.
Şimdi yüz vatlık lambaların aydınlığı var ama gönül gözlerimiz kör oldu.
*
MEHMET AKİF ÖNDER